top of page

Kültürel Bir Özne Olarak Bedenin İnşası

Bu hafta, özne ve onun cinselliğini daha kapsayıcı, sosyal ve eleştirel bakış açısıyla irdelemeyi denedik. Çağdaş kültürel çalışmalar ve antropoloji yoluyla beden, performans, kültür endüstrileri üçgeninde tartışmaya açtık.


“İnsan cinselliği üremeden çok daha fazlasıdır; aslında kültürün merkezindedir. Tüm sosyal organizasyonun iki temel biyolojik kapasitenin tanınmasına ve düzenlenmesine dayandığı iddia edilebilir: sosyallik ve cinsellik.” Phillips Stevens Jr [1].



Buffalo Üniversitesi Antropoloji bölümünden Prof. Phillips Stevens Jr.’a göre, biyolojik temelli cinsel dürtü ve buna yönelik kültürel tepkiler, kültürel inanç, beklenti ve davranışın birçok boyutunu şekillendirir. Cinselliğe dair en kapsamlı anlayış, antropolojinin sunduğu bakış açıları aracılığıyla gerçekleşir. Cinsellik açıkça insan toplumunun temelinde yer alır [1].


İlk olarak, “kültür” biraz açıklanmaya ihtiyaç duyar. Popüler olarak, bir toplumun mevcut eğilimleri ve modaları anlamına gelir, üç ayda bir yayınlanan Cinsellik ve Kültür (Springer) dergisinde aktarılan anlama göre. Antropolojik anlamda kültür; bilgi, inanç, davranış ve ürünler aracılığıyla ortaya çıkan ve insanları diğer hayvanlardan ayıran sembolik düşünme ve iletişim kapasitesidir.


Dünyanın birçok ülkesinde toplumsal cinsiyet ve cinsellik maalesef tabu konuları olmaya devam ediyor ve bu konuları çeşitli ortamlarda bile dile getirmek pek kolay değil. Ayrıca kültür sanat dünyasında bile, cinsiyet ikiliğini kıran sanat sergilemek ve alternatif cinsellikten bahsetmek söz konusu olduğunda kafalar biraz karışıyor.


Performans Sanatıyla Özne-Beden Deneyimini Keşfetmek

Sanat tarihi boyunca, pek çok sanat eseri çeşitli fiziksel ortamlarda koruma altına alınarak sanatın “korunmuş” ve “ulaşılamaz” olduğu fikrinin altı çizildi. Ancak yirminci yüzyıl boyunca performans sanatı tam tersini teşvik etti: özgürlük ve özne-bedenin yaratım lehine mesafe ve kısıtlamayı ortadan kaldırmak. Sanatın bir kutuya veya çerçeveye hapsedilmemesi amacıyla tasarlanan “performans sanatı”; gizemli ve büyülü, rahatsız edici ve büyüleyici duygulanımlar taşıyordu.


“Seyirci bir tür röntgenci deneyime sahiptir çünkü sanatçının gördüğünü, performansın aynada kendi vücudunun her bir parçasını kontrol ettiğini göremez.” Joan Jonas, performans sanatçısı [2].



Mirror Piece I (1969)


Yalnızca gözlemin ötesine geçen eksiksiz bir deneyim talep eden bu sanat pratiği, genellikle oyuncu ile izleyici arasında yüzleşme ve sorgulamayı temel alan bir ilişki kurar. Sanki, bir tepki gerektirdiği için bizi rahatsız ediyor, konfor alanımızın dışına çıkmamızı ve orada olmamızı talep ediyor gibi hissetmemizi sağlar [2]. Hatta öyle ki, dünya, Covid-19 pandemisi tarafından zorunlu kılınan yeni bir normale uyum sağlarken, temas ve mesafe üzerindeki kısıtlamalar günlük hayatın gerekli bir parçası haline geldi ve ilkel etkileşim arzumuz bastırıldı. Bu kısıtlamaların cinsel deneyimleri etkileyip etkilemediği üzerine düşünülebilir. Aynı ortamda olamadığınız zaman birbirinizle nasıl ilişki kuruyorsunuz? Bu geniş sorunun yanıtını size bırakıyoruz 😊


ABD’li ünlü görsel sanatçı Jonas’ın hem ayna aracılığıyla bedenin sınırlarını yeniden tanımlayan hem de izleyicilere bedenin sınırlarını sorgulatan etkileyici Mirror Check adlı performansını hemen yukarıdan izleyebilirsin.



Le Pustra. Sol: photo by Daggi Binder. Sağ: photo by Felipe Pagani


Şarkıcı ve model Le Pustra; moda, kabare ve performans sanatı arasındaki çizgileri birleştiriyor. Le Pustra, 1920'lerin Weimar Berlin’inin kinayelerini seks pozitif bir mesaj taşıyan erotik performanslarla canlandıran bir gösteri olan Kabarett der Namenlosen’de sürekli olarak sınırları aşıyor. Modayı performans ve kabare ile bir araya getiren Le Pustra’nın işleri güzellik, çekicilik ve cinsellik geleneklerini kökten değiştiriyor[3]. Buradan hareketle, aklımıza sanat eleştirmeni Adrian Searle’ın şu sözü geldi: “Nesnesiz sanat, sanatçının bedeni ya da ortada bir yerde seyirci olmadan düşünülemez. No human subject, no art” [3]


YA AÇSANA SESİ! 🎶

Mavi gezegen insanlık için bu zor yılı tüm hızıyla uğurlarken “Ya Açsana Sesi!” aralık ayı koleksiyonumuz durmaksızın devam ediyor. Bu cuma akşamını ruh halimizi hareketlendiren, bpm hızımızı 110 a çıkaran ve öznenin inşasını ırk ve cinsellik ikileminde ele alan, soluklanırken düşündüren eşsiz bir albümle açıyoruz.


O hayranları tarafından hep şımartılan, hep gönüllerin sultanı kalan popun baş rahibi. 70'lerin sonunda başlamış 80'lerin sonuna kadar fırtınalar estiren, çok sayıda pop odaklı stili kapsayan bir tür olan “new wave” in en mühim isimlerinden biri [4]… Elbette Prince’den bahsediyoruz.




Kendi başına yedi dakikalık bir dans destanı olan, albümün açılış parçası Controversy teklisi sık sık alıntılanan itiraf karşıtı sözleriyle oldukça dikkat çekici (“Am I black or white/ Am I straight or gay…”) [5]. Yerleşik funk estetiğine yeni bir dalga havası katan, tempoyu yükselten ve 80'lerin seks-pozitif reçelinin hizmetinde olan davul makinelerinin çıtırtısını yükselten albümün ikinci parçası “Sexuality” ayrı bir başyapıt.


Bu haftayı cinsellik ve onun sosyal deneyimi bağlamında çeşitli inter aktif sanat pratikleriyle heyecanla inceledik.


Tüm okurlarımıza keyifli ve sıcak bir hafta sonu diliyoruz…


Kaynaklar


bottom of page