top of page

HIV ve AIDS



HIV, yani “İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü” vücudumuzun bağışıklık sisteminin baskılanmasına eşlik eden fırsatçı enfeksiyonlarla AIDS (Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu)’e yol açtığı bilinen bir virüstür [1]. Antiretroviral Tedavisinden (ART) önce bir salgın şeklinde yayılmaya devam eden AIDS, HIV’i tanımlayan süreç içerisinde yer almaktaydı [2]. İlk kez 1981 yılında Amerika’da görülen HIV, daha sonra hastalarda antijenik yönden farklı bulguların elde edilmesiyle HIV-1 ve HIV-2 olarak türlere ayrılmıştır. Her iki virüsün enfeksiyon ve AIDS’e neden olduğu belirtilirken, HIV-1’in dünya çapında, HIV-2’nin ise belli bölgelerde sınırlı kaldığı kaydedilmiştir. Ayrıca HIV-1 ve HIV-2 virüsleri de kendi içlerinde alt tiplere ayrılmaktadır. Ülkemizde en yaygın HIV-1 “B” alt tipine rastlandığı belirtilmektedir. Bu alt tipler virüsün aktarılma riski ve viral yükü hakkında bizlere bilgi vermektedir.


HIV’ in yapısında yer alan gp41 glikoprotein, etken maddenin hücre içerisine geçişini sağlayarak bir ila altı hafta içerisinde enfeksiyona yol açar. Bu dönemde birtakım bulgular (ateş, lenfadenopati, farenjit, deri döküntüleri, kas ve eklem ağrısı, ishal, baş ağrısı, bulantı ve kusma, karaciğer ve dalak büyümesi) gözlemlenebilir. Akut dönemde görülen bu bulgular, kişiye özgü ve virüsle ilişkisi olmaksızın gelişerek kendiliğinden kaybolmaktadır [1].


HIV kan yoluyla aktarılır. Ancak geliştirilen HIV tarama testleri sayesinde bu risk azaltılmıştır. Virüs ayrıca cinsel temas ile veya enfeksiyona sahip anneden doğum veya emzirme yoluyla bebeğe aktarılabilir. Bu durumlardan farklı olarak, gözyaşı veya tükürük sıvıları üzerinden virüsün aktarılmasına dair kesin bir değerlendirme belirtilmemiştir [1].



HIV’in tedavisi için geliştirilen Antiretroviral Tedavisi (ART), enfekte olduğu saptanan bireylerde viral yükün belirlenen ölçülere kadar baskılanarak virüsün aktarımının önüne geçilmesini sağlamaktadır [3]. Bu yöntem virüsü tam olarak yok etmese bile aktarılma riskini %96 gibi büyük bir oranda düşürerek bireylerin yaşam kalitesini ve süresini arttırmaktadır [2]. Yapılan bir araştırmaya göre, ART tedavisini 20’li yaşlarında alan AIDS’li bireylerde yaşam süresi 53 yıl olarak öngörülürken, AIDS’in ortaya çıktığı ilk yıllarda bu süre 1-2 yıl olarak belirlenmiştir [3].


HIV’in cinsel yollarla aktarılışını belirlemek için, seminal ve vajinal sıvılarda virüsün varlığına yönelik yapılan incelemelere göre virüsün erkekten kadına aktarılması, kadından erkeğe aktarılması riskinden 20 kat fazladır. Bu durumun, vajenin enfekte semen sıvısına daha uzun maruz kalması, vajen mukozasının kalınlığı, vajinal cinsel temasla aktarılma riskinin anal temaslara göre daha düşük olması ile ilişkili olduğu görülmektedir. Semen mukozası ile HIV’e duyarlı hücreler arasında çok ince ve hassas yapılı rektal membranın yer alması, anal temasın vajinal cinsel temasa göre aktarılma riskini arttırdığı yapılan incelemelerde belirtilmiştir [4].


Cinsel temas sırasında düzenli olarak prezervatif kullanımı, erkeklerde sünnet derisinin katlantıları virüs için uygun ortam sağladığından sünnet olmak ve cinsel yaşamda tek eşlilik HIV’in cinsel yolla aktarılmasının önündeki koruyucu faktörlerdir [4]. Bir diğer önleyici etken madde olan profilaksi (PrEP), günlük hap olarak alındığında HIV aktarılmasını %95 oranında önlemektedir [3]. Cinsel temas için alınan hormonal doğum kontrol sağlayan hapların, prezervatife gerek duymaksızın korunma sağlayacağı değerlendirmesi HIV’in aktarılmasında ayrı bir risk faktörüdür [4].


Erken tanı HIV’in tedavisi ve AIDS’in engellenebilmesi açısından kritiktir. UNAIDS’e göre, çoğunluğun virüse sahip olup olmadığını bilmemesi ve bireylerde test yaptırmaya yönelik direnç, virüsün yayılmasındaki önemli faktörlerdir. Uygulanan tedavinin en iyi hale getirilmesi için hızlı tanı, tedaviye erişim ve bağlılık aşamaları sağlanmalıdır. HIV’e yönelik tedavi ve önlem çalışmalarında önemli sonuçlar elde edilmişse bile, tedaviye ve ilaca ulaşma yönündeki eşitsizlik, sosyo-ekonomik düzey, damgalanma ve sürece bağlılığın sağlanması tedavinin optimizasyonunda güçlüklere yol açmaktadır [3]. Özellikle kadınlarda HIV enfeksiyonuyla beraber reddedilme korkusu, durumunu çevreden gizleme ve sosyal yaşamdan izole hayat sürme gözlemlenmektedir. Bu durumlar insan haklarının korunması, ayrımcılık ve stereotiplerin düzenlenmesi açısından HIV’e yönelik farkındalığın artırılmasını zorunlu kılmaktadır [3].


Kaynaklar

İçerik Üreticisi: Berra Üçüncü
Editör: Ladin Toplu
12 Temmuz 2022 tarihinde güncellendi.

bottom of page